top of page
  • Yazarın fotoğrafıZeynep Yaman

Okyanusun Şövalyesi

Japonya’da bahar güzeldir. Ilık hava tüm bedeninizi sarar. Kiraz çiçeklerinin zarif kokusu etrafta gezinir; pembe taç yapraklar oradan oraya uçuşur, uçuşur. Bir de Pasifik’in ak köpüklü dalgaları hiddetle kayalara vurup da yüzünüze birkaç serin damla kondurdu mu tüm dertlerinizi unutursunuz.


Bu güzel baharda zaten bir şeyler unutup keyfine bakmak için fırsat kollayan balıkçı; üstü tozlanmış sorumluluklarını tekrar bir kenara itip hayatta sevdiği tek şey olan yegâne görevini gerçekleştirmek üzere hazırlanmaya koyuldu. Malzemelerini özenle yerleştirdiği çantayı yüklendi ve balıkçı şapkasını başına geçirip evden çıktı. Günün ilk balığını tutmak için oltasını kendinden emin bir şekilde suya savurmuştu. Birkaç dakika sonra balıkçı, oltasının titremesiyle heyecanlandı fakat bunun bir balığın çekiştirmesi olmadığını anlamasına kalmadan yere kapaklanıverdi. Etrafına bakındı ve gözlerinde bir korku ışıltısı belirdi.


Durdu. Zangır zangır titreyen toprağa parmaklarını geçirdi ve ne kadar sabit durabiliyorsa o şekilde durdu. Diken diken olmuş tüyleri, açık kalan ağzı, kesikli nefesi ve fal taşı gibi açılmış gözleri ile durmaktan başka bir şey yapamıyordu ya zavallı. Bir dakikalık donakalışın ardından şokun etkisinden çıktı ve çaresizliğin feryadı tüm yurtta yankılandı. Bu feryat öyle bir feryattı ki uçsuz bucaksız okyanusu bile kaplayabilen fırtına bulutlarının gürültüsü arasından duyulmakla kalmamış, işaret borazanının sesini bekleyen su zerreciklerinin de dikkatini çekmişti.


Berrak maviliği ise bir çamur kapladı. Mercanlar, üzerlerinde biriken tozdan topraktan silkinmek istercesine titredi ve yön duygusunu yavaşça yitiren balıkların yanardönerli pullarının ışıltısı saniyeler içinde gözden kayboldu. Su altı dünyasının tüm güzellik ve gizemini çamura boğan kum taneleri, yüzeyde neler olduğunu kontrol etmeye kalmadan işareti alıp çekilmeye başlayan su damlacıkları tarafından süpürülmüş ve orduya katılmıştı.


Suya karışan kumlar, bir kum saatinin cam boğumları içindeymişçesine akıyor; balıkçıya vaktinin daralmakta olduğunu gösteriyordu. Balıkçı, iki küremsi yapının arasına bir deniz kabuğu sıkışmış olmasını diledi. Neden bunu dilemişti? Kazanacağı hayati saniyeleri, uğrunda harcayabileceği kadar önemli bir şey mi vardı hayatında? Zaman geçtikçe azalan kurtulma ihtimali için yanında götürebileceği tek küçük parçayı seçerken tereddüt bile etmeden yanına alacağı bir eşyaydı bu belki. Ya da bulamadığında- ortalığı ayağa kaldıran dalgaların her an ona daha çok yaklaşmasının verdiği tedirginlikten elleri titrerken bile- aramaktan vazgeçmeyeceği bir eşya… Kritik bir durumda kendisine yarar sağlayıp sağlamayacağını tek saniye bile düşündürmeden mantık-kalp savaşının galibini balıkçıya belirletebilecek bir eşya… Balıkçının sadece son kez görmek için uğrunda onca zahmete gireceği bir eşya…


Balıkçının kurtarmayı tercih edeceği eşyaların zaten yanında olması- koşarak eve gidip eşyalara ulaşmaya çalışmasına lüzum kalmayacağından- ona bir hayli vakit kazandırmıştı. Balıkçı bu eşyalar söz konusu olduğunda nasıl düşünmeden karar verebiliyorsa şimdi de kazandığı vakti nasıl değerlendireceği konusunda düşünmesine gerek yoktu. Zamanın durmasını dilemişti çünkü hâlâ tamamlaması gereken bir görev vardı. Bu dileği gerçek olmasa bile kazandığı en ufak zaman parçacığını bile hayatını adadığı bu görev için kullanacaktı.


Bu görev için ihtiyaç duyduğu şeyler, aslında kurtarmak için türlü şeyler yapacağı o değerli eşyaların ta kendisiydi. O eşyalardan biri balıkçı şapkasıydı. Şapkayı rüzgâra kapılıp uçmadan hemen önce yakaladı ve başına iyice bastırdı. Şapkası onun miğferiydi. Balık tutmaya giderken giydiği giysi onun gururla taşıdığı zırhıydı. Son olarak, cesurca savururken rüzgârı ikiye yaran oltası ise onun kep keskin kılıcıydı. Dimdik duran başı ile kaybetmeye niyeti olmayan bir şövalyeyi andırıyordu.


Sabit durmak için parmaklarını sapladığı toprağa bu sefer öyle sağlam basmıştı ki... Oltasını son kez uzaklaşmakta olan suya savurdu ve gidebileceği en uzak yere kadar gidip gözden kayboluncaya kadar ipin ucundaki kancayı izledi. Balıklar da balıkçının kaybedecek fazla zamanı kalmadığını anlamış olmalıydı. Büyük bir balığın ipi çekiştirmesi uzun sürmedi. Balıkçı hemen ipi makaraya sarmaya koyuldu. Sardı, sardı, sardı ve güçle oltayı kendine çekti. Bu sırada sular bir miktar daha çekildi. İpi tekrar sardı, sardı, sardı ve oltayı yeniden kendine çekti. Sular bir miktar daha çekildi. Kalp atışlarının tüm vücudunu sarsmasına aldırış etmemeye çalışarak ipi yeniden sardı, sardı ve sardı. Oltayı son kez kendine çektiğinde balık, sudan eser kalmamış zemine düşmüştü. Balıkçı, telaşla su arayan balığa doğru yürüdü ve onu parmakları ile kavradı. İri balığın pulları, balıkçının keskin kılıcı gibi ışıl ışıl parlıyor, göz kamaştırıyordu. Balıkçı, fısıltıyla son görevinde ona yardım ettiği için balığa teşekkür etti. Gördüklerini hafızasına kazımak istercesine uzun uzun baktı ona.

Balıkçının görevi başarı ile tamamlanmıştı. Şimdi ise balıklar insanları tutmaya geliyordu adeta. Balıkçı da nefesini tutmuştu.

44 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page