top of page
  • Yazarın fotoğrafıCan Kilercioğlu

Andımızın Kaldırılmasını Neden Desteklemeliyiz?

Öğrenci andı, dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlanan ve 1933 yılından 2013 yılına kadar uygulamasına devam eden bir anttır. ‘’Türk Eğitim Sendikasının uygulamanın sonlandırılmasına ilişkin olarak Danıştay’da açtığı davanın sonucunda Danıştay 8. Dairesi, 2018 yılında oy çokluğuyla aldığı kararda, andı yürürlükten kaldıran düzenlemenin iptaline karar verdi. Ancak bu karar, yürütme tarafından uygulamaya alınmadı. Millî Eğitim Bakanlığı, kararı temyiz etti ve dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna geldi. Kurul, Mart 2021'de itirazı oy çokluğuyla kabul ederek, Danıştay 8. Dairesinin yönetmeliği iptal eden kararını kaldırdı.’’ (Sadık, 2019, s.1). Uzun yıllar devam eden bu andın kaldırılması doğal olarak tepkiyle karşılandı.


Andımız uygulamasının kaldırılmasını savunanlar, antta geçen Türk sözcüğünün ırkçılığı çağrıştırdığını öne sürerken aynı andın savunucuları karşı tarafın Türk kelimesinden rahatsız olduğunu ve Atatürk’ün getirdiği uygulamanın devam etmesini, böylelikle çocukların milli bilinç kazanacağını iddia ediyorlar. Aslında bakılırsa her iki savunu da birbirinden kötü ve asıl noktayı kaçırıyorlar. Andımız konusu ırkçılık veya milli bilinç problemi değil, bir özgürlük problemidir. Diğer bir deyişle "Suç işlememiş insanlara karşı cebir kullanılabilir mi?"

problemidir.


Yazının devamında andımızın çocukların öz sahipliğine zarar verdiğini ve

andımız konusundaki farklı görüşleri inceleyerek, bu uygulamanın kaldırılmasının içerikle ilgili bir problem olmadığını anlatacağım. Meseleyi en baştan ele almaya şu soruyla başlayabiliriz: Bir insanın hayatı ve bedeni kime aittir? Hiç şüphesiz her insan kendi bedeninin sahibidir. Bu sebeple kendi bedeni üstünde bir öz-mülkiyet hakkına sahiptir. Her insan başkalarının haklarına zarar vermeden, kendi bedeninin sınırları çerçevesinde dilediğini yapabilir ve bu, o kişinin kendi kendisine sahip olmasından doğan hakkıdır. Eğer bir başkası, onun bedeni üstünde cebri bir kuvvet kullanmaya kalkarsa, bu durum o kişinin kendi bedeni üstündeki hakkına saldırı demektir.


Saldırıya uğrayan kişi, kendi bedenini korumak için meşru müdafaaya başvurabilir ve bu onun en doğal hakkıdır. Aynı ilkeyi çocuklara uyguladığımız zaman şunu diyebiliriz ki her çocuğun kendi bedeni üstünde hakimiyeti vardır ve kendi hakimiyetinden kaynaklanan haklarını başkalarına zarar vermediği sürece dilediği biçimde kullanabilir.


Fakat çocukların yaşı gereği kendi bedeni üstündeki hakimiyeti kullanmaya muktedir değildirler. Bu sebeple her çocuğun bakıma ve kendisiyle ilgilenecek bir yetişkine ihtiyacı vardır. Çocuğun bakımının yapılması için 2 alternatif vardır: ailesi ve ailesinin seçtiği kişiler veya başka herhangi diğer kişi(ler). Çocuğu dünyaya getirme eyleminin, onun üstünde söz söyleme hakkını ebeveynlere verdiğini söyleyebiliriz. Türk Medeni Kanunu madde 340’a göre ‘’Ana ve baba, çocuğu olanaklarına göre eğitirler ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlar ve korurlar.’’


Fakat bu hak, mutlak bir hak değildir. Yani ebeveynler, çocuğun gelişimine zarar verecek, örneğin onu sakatlayacak veya gelişimini zorlaştıracak bir müdahalede bulunma hakkına sahip değildirler. Çünkü çocuğun bedeni hala kendisine aittir ve ebeveynlerin rolü ise bir emanetçi-sahip veya koruyucu olmaktır. Diğer seçeneğe baktığımız zaman ise çocuğun sahipliği ailesine değil başkasına aittir. Bu durum pratik hayatta çocuğun kaçırılması veya zorla el konulması olarak karşımıza çıkar. Çocuğun kaçırılması veya el konulması, kişinin hürriyetinden alıkoyma suçudur ve cezalandırılması gerekir ki bu suçu herhangi bir vatandaş işlediği zaman cezalandırılır.


Fakat devlet hukuk koyma tekeline sahip olduğundan, normal vatandaşlarla aynı kriterlere tabii tutulmaz. Diğer bir deyişle herhangi bir vatandaş için suç olan bir davranış, devlet için suç değildir. Fakat yine de çocukların eğitim için ailelerinden zorla alınıp okullara gönderilmesi, kişiyi hürriyetinden alıkoyma suçunu oluşturur. Devamında ise devletin çocuklara zorla ant okutturması, onların bedeni üstünde devlet destekli bir cebir kullanılması demektir. ‘’ Zorunlu olarak güç kullanımını gerektiren hukuk, herkesin haklarını koruma amacının dışına taştığı

takdirde, emrine verilen gücü, kişilik, özgürlük ve mülkiyet haklarına karşı

kullanacağından yozlaşma süreci başlar.Hukuk örgütlenmiş adalet demektir’’ (Bastiat,2017, s.30).


Suç işlememiş kişilere, daha da özelde kendi hayatı üstünde tam hakimiyeti olmayan kişilere karşı cebir kullanılması haklı bir sebebe dayanamaz. İşte bu, andın zorla okutulmasına karşı olmamız için gereken tek sebeptir. Andın kaldırılmasını destekleyenlere göre ırkçılığı çağrıştıran ‘’Türk’üm’’ kelimesi, bir başka ırka mensup kişilere söyletildiği için kaldırılmalıdır. Öncelikle bu ifadenin ırkçılık olduğunu ifade etmek biraz aşırıya kaçmak olur. Türklük doğrudan bir ırk ifade etmekten ziyade, ırka bakılmadan ülkeye vatandaşlık bağıyla olan herkesi ifade eder. Bu bakımda

Türklük sadece ırka dayalı olarak girilen bir kimlik değil, vatandaşlık bağıyla sahip olunan bir kimliktir. ‘’


Atatürk, Medeni Bilgiler kitabında şöyle demiştir: Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. …1924 Anayasası’nın 88.maddesi şu tanımı

yapmaktadır: Türkiye halkına, din ve ırk ayırt edilmeksizin, vatandaşlık bakımından Türk denir.’’ (Kışlalı, 2018, s.163). Bu bakımdan andımızda geçen Türk kelimesinin doğrudan ırka atıf yaptığını söylemek doğru olmaz. Çünkü gerek ülkenin kurucusu Atatürk’e göre gerek anayasanın ilgili maddesine göre Türk olmanın koşulu ırka bağlılık değildir. Her ne kadar Türklük için böyle bir tanım yapılmış olsa da, bu tanımlama Türkiye’de başka ırklara mensup olarak yaşayan kişilerin olduğu gerçeğini değiştirmez.


Gerçekten de başka ırka mensup olup, her okul günü Türk’üm demekten rahatsız olunabilir. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi bu bir içerik meselesi değil, bir özgürlük meselesidir. Aynı şekilde ırksal olarak da Türk olup, aynı antta bunun zorunlu olarak söyletilmesi de eşit derecede rahatsız edicidir. Tekrar etmek gerekirse bakmamız gereken şey içerik değil, kuvvet kullanıp kullanılmadığıdır. Yani andımızın içeriğindeki Türk kelimesini Anadolu Halkı’yla değiştirsek bile, yine bu uygulama cebir gerektirdiğinden karşı çıkılmasını gerektirir.


Çünkü hukuktan beklediğimiz şey suçluları cezalandırmasıdır. Diğer bir deyişle

başkalarının haklarına karşı cebir kullanan kişilere karşı yasal olarak cebir kullanılmasıdır. Fakat okula giden çocuklar suçlu olmaktan çok uzaktırlar ve andımızın okutulmasının herhangi bir güvenlik veya hak temelli bir gerekçelendirilmesi yoktur. Bu sebeple hukuk destekli bir zorunluluk dayatılması meşru değildir. Son olarak eklemek gerekirse, doğru kararı yanlış gerekçeyle savunanlara karşı da bir o kadar temkinli yaklaşmak gerekir. Çünkü savunması özgürlük ve şiddet kullanmamak olmadığı için beğenmediği karşıt düşünce yerine, doğru olduğunu düşündüğü kendi görüşünü yerleştirmek isteyebilir. ‘’Doğrusu şu ki eğitim-öğretimde tam bağımsızlık, hatta devletin gözetiminden muaflık şarttır. Fakat tüm diğer işlerde olduğu gibi devlet mekteplere karşı da polisliğe soyunur

ve bu konuda da her istediğini yapma hakkına sahiptir.’’(Faguet, 2018, s.68).


Böylelikle yasal olarak şiddet kullanma devam ederken, değişen tek şey şiddet kullanmanın hangi konu üzerinde olacağıdır. Andımız uygulamasının savunucularına göreyse öğrencilerin yurdunu, milletini sevmesi, Atatürk’ün izinden gitmesi için bu ant söylenmelidir. İlk olarak konuyu Atatürk’e bağlayanlar kendilerine karşı çıkılamayan bir siyasetsizlik alanı yaratıyorlar. Andımızın devam etmesinin gerekçesi olarak ülkenin kurucusu gibi bir tarihi karakteri öne çıkarıyorlar. Böylece artık sizin karşı çıktığınız şey andımız değil Atatürk olmuş oluyor.


Fakat andımızın Atatürk tarafından onaylanması hiçbir şeyin ölçüsü olamaz. Açmak gerekirse, bir hukuk kuralı koyarken bakmamız gereken ölçüt herhangi bir tarihi karakter değildir. Hukukun konusu sadece kişinin kendi üstündeki hâkimiyeti, mülkiyet hakkı ve özgürlüğü olabilir. Yani başkalarının hakkını ihlal etmediğiniz ve suç işlemediğiniz sürece size karşı herhangi bir hukuk kuralının uygulandığını görmemeniz gerekir. ‘’Devletin varlığı şiddet ve zorlamaya dayanır. Aslında bakılırsa devleti diğer bireylerden ve gruplardan ayırt eden asıl özellik, onun yegane (hukuki) şiddet kullanma gücüne sahip olmasıdır. …Çocuk, şiddet ve sınırlandırmaya dayanan bir kurumun kollarında büyümek zorunda kalacaktır.’’ (Rothbard, 2014, s.26).


Bu bakımdan temel hak ve özgürlüklere dayanmayan her hukuk kuralı keyfi bir uygulamadır. Andımızın içeriği ise çocukların hayati gelişimleri için herhangi bir katkı sunmamakla beraber çocukların devletle olan ilişkisini ‘’kul-yurttaş’’ tipinde düzenlemeye çalışır. Hatta rahat ve hazır ol komutlarıyla militarist bir kimlik de aşılanmaya çalışılır. Militarizm ise sivil alanı daraltan, askerliğe ve orduya dair olan her şeyi yücelten bir ideolojidir. Böylelikle çocukların bireyselliği arka plana atılarak, içeriği muğlak bir ‘’milli beraberlik’’ ve ‘’milli çıkar’’ kavramı ön plana çıkartılır. Halbuki sadece insanlar eylemde bulunabildiğinden gerçek olan tek çıkar bireysel çıkardır. Toplum, devlet, grup, takım gibi kolektif bütünler bireylerden oluşur ve

bireyler dışında metafiziksel bir varlıkları yoktur.


Kolektif bir çıkar düşüncesi, insanlar farklı varlıklar olup farklı şeyler istedikleri için tek tek bireylerin çıkarlarının ötesindeki bir bütünün ya da organizmanın çıkarları olmadığı için yanlış bir söylemdir. ‘’Bir bireyi toplum veya başka bir bütünün iyiliği için kullanmak demek, onu bir araç durumuna düşürmek; onu, bir nesne gibi muamele ederek kişilikten uzaklaştırmak, ‘şey’ yapmak; ve hatta bazen onu başkalarına kurban etmek demektir’’ (Yayla, 2015, s.158).


Fayda ölçülemez bir şey olduğu için bireylerin teker teker faydalarının toplamı da milli çıkar kavramına denk değildir. Bir takım kolektif bütünlere atfedilen çıkarlar her zaman gücü elinde bulunduranların çıkarlarına eşdeğerdir. O yüzden ‘’kolektif çıkar’’ ve türevleri asla bireysel hak ve özgürlüklerle bağdaşmaz. Dahası bu andın milli beraberlik adı altında dayatılması da bir o kadar yanlıştır. Birlik ve beraberlik kötüdür. Bu slogan her zaman iktidarı elinde bulunduranlar için geçerlidir. Bunun anlamı herkes benim gibi düşünsün, benim yaptıklarıma sesini çıkarmasın demektir. Böylelikle yine bireysellik arka plana itilerek, insanlar biri diğerinin yerine geçirilebilen karakterlere dönüştürülür. Çünkü herkes aynı tip ve aynı düşünceye sahip olacağından bir insanı ötekisinden ayırmak zorlaşacaktır. ‘’İlkele tapınmanın… temel bir unsuru bireysel çeşitliliğe karşı beslediği nefrettir. Açıktır ki bir toplum ne kadar ilkel ve ne kadar daha az medeni ise, çeşitliliği ve bireyselleşmesi de o kadar az olur. Ayrıca bu ilkelcilik akla ve onun ürünlerine karşı da bir nefreti yansıtır, zira aklın akıl yürütmenin gelişip serpilmesi çeşitliliğe ve bireysel başarıda

eşitsizliğe yol açar’’ (Rothbard, 2019, ss.300-301).


ABD’de de sadakat yemini adı altında benzer uygulamanın olması, suç işlememiş insanlara karşı hukukun uygulanmasını geçerli kılmaz. İnsan her yerde insandır ve insan olmaktan kaynaklı doğal hakları da kendisine aittir. Böylelikle başkasına zarar vermediği sürece özgürce yaşama hakkına sahiptir. Her ne kadar içerikle ilgili açıklama yapsam da, tekrar belirtmekte fayda var ki andımız içerik meselesi değil özgürlük meselesidir. Özgürlüğümüzü korumak ve suçluları cezalandırmak

için ise hukuka ihtiyaç duyarız. Bu sebeple başkalarının özgürlüklerine müdahale

etmediğimiz veya tehdit oluşturmadığımız sürece hukukun uygulanışını görmememiz gerekir.


Özetlemek gerekirse andımızın kaldırılması ve kaldırılmaması hakkına farklı görüşleri öne sürülmüştür. Fakat bu görüşlerin hiçbiri bireysel haklar temelli değildir. Hukukun konusu da sadece bireysel haklar olabileceğinden bireysel hakları içermeyen savunulara itibar edilmemesi gerekir. Aksi halde suçluları cezalandırması gereken hukuk keyfi bir güç kullanmaya dönüşür. Eğer devlet kafasına göre çocukların özgürlüklerine müdahale edebiliyorsa, o halde sadece çocukların özgürlüklerine değil, diğer haklarına da müdahale edebilir demektir ve edecektir de.


Şu durumda yapmamız gereken şey haklarımızı devlete karşı korumaktır. Saydığım bu sebeplerden dolayı andımızın devamı veya kaldırılmasıyla ilgili tek savunu özgürlük çerçevesinde olmalıdır. O halde sorulması gereken soru şudur: Çocuklara karşı, hukukun kuvvet kullanma gücünü arkamıza alıp, her ne kadar andın içeriği iyi niyetli olsa da zorla bir şeyler ezberletebilir miyiz? Cevap açıktır ki çocuklara karşı devlet destekli hiçbir dayatma yapamayız ve andımızın kaldırılmasını bu gerekçeyle savunmalıyız.

34 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page