top of page
  • Yazarın fotoğrafıBora Keskin

Yazar Bahadır İçel ile Röportaj

Bahadır İçel kimdir? Kendinizden biraz bahseder misiniz? Çocukluğunuz ve öğrenim hayatınız nasıl geçti? Nasıl bir ailede büyüdünüz?


İnsanın kendinden bahsetmesi hem çok keyifli hem de çok zor bence. 1982 yılında Kırklareli'nde doğdum ve büyüdüm. Orta okuldayken arkadaşlarımı kahraman yaptığım bilimkurgu ve fantastik öyküler kaleme alarak yazmaya başladım. Anadolu lisesinin ardından Marmara Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Eğitim Yönetimi üzerine Yeditepe Üniversitesi’nde yüksek lisans okudum. Farklı işler, farklı şirketler, farklı sektörler derken şu anda bir sigorta şirketinin Kurumsal İletişim Yöneticisiyim. Ayrıca profesyonel koçluk yapıyorum. Herkes kadar çocuktum, belki biraz fazla hayalperest ve azıcık kendi içime kapalı olduğumu söyleyebilirim. Sevgi dolu bir ailede büyüdüm, babam memur, annem ev kadını olduğu için çok varlıklı olduğumuzu söyleyemem. Yokluk, yoksunluk nedir bilirim ancak buradan da yokluklarla dolu bir hayat geçirdiğim izlenimi edinilmesin. Hayat mücadelesi verdim ve çoğu zaman eğer ömrümü iyi bir yaşama ulaşmak yerine tamamen yazmaya vakfederek geçirmiş olabilsem neler yapabileceğimi düşünürken bulurum. Yazmak hep kendi zamanlarımdan arttırıp yaptığım ciddi bir hobi oldu benim için.


Yazarken hedefiniz nedir? Okurlarınıza eserleriniz ile neleri anlatmayı amaçlıyorsunuz?


Anlatmak istediğim pek çok öykü var. Ömrümün hepsinin anlatmaya yetmeyeceğini biliyorum. Anlattıklarımın ne kadarını hakkıyla anlatabileceğim de bir muamma ancak yazmadan yaşayamayacağımı biliyorum. Ölene kadar da yazacağım ve size hiç duymadığınız hikayeler anlatacağım… Şu ana kadar 13’ü yayınlanmış yirminin üzerinde kitap yazdım. İçinde hayal etmeyi barındıran her türde yazmayı seviyorum. Fantastik kurgudan korkuya, bilimkurgudan şiirlere kadar geniş bir yazma yelpazem olduğunu söyleyebilirim.


Bahadır İçel kronolojisi, geride bıraktığımız on beş yılda "farklı olan"a damga vurmuş yapıtlardan inşa edildi. İlk romanım olan Karanlığın Ötesinde (2005) fantastik bir dünyaya yolculuk ederek iyiyle kötünün savaşında kendini bir piyon olarak bulan bir adamı anlatıyor. Edebiyatımızda örneklerine son döneme kadar rastlayamadığımız fantastik kurgu türünde bir çalışma ve bir ilk kitap. Firavunlar (2010), Mısır tarihini araya serpiştirilmiş küçük kurgu hikayelerle anlatan eğlenceli bir tarih kitabı. Cihatopya (2011), tamamı Müslüman olmuş bir dünyayı anlatıyor. Başka Öyküler (2013) ve Başka Gezegenden Öyküler (2018) ise adından anlaşılabildiği üzere sürprizlerle dolu, tarifi zor ve etkileyici öykülerini sizlerle buluşturuyor. Korku, bilimkurgu, fantastik ve gerilim türündeki on hikayeyi barındırıyor. Tanrının Üvey Evlatları (2014) ve Hiçliğin Kıyısında (2020) yine edebiyatımızda az rastlanan türde bir korku romanı. Benim Adım Z (2015) ise felaket sonrası dünyayı anlatan aksiyon dolu bir bilimkurgu romanı. Lost: Nasıl (2008), Hayatımızı Değiştiren Unutulmaz Diziler (2011) kitapları ise ekrandaki kurgunun hayatımıza olan etkileri üzerine yazılmış araştırma çalışmaları. İstanbul Efsaneleri (2014) ve İstanbul’un Fethi (2016) ise kahramanının okuyucu olduğu, İstanbul hazinelerinin peşinde koşturduğu maceraları anlatıyor. İstanbul serisi özellikle genç okurlar için kaleme alındılar.



Bahadır İçel yazarlığa ne zaman başladı? Bütün eserlerinizi beraberinde getirecek yazarlık süreci nasıl ortaya çıktı?


Yazmaya arkadaşlarımı kahraman yaptığım küçük bilimkurgu öyküleriyle başladım. Sınıf arkadaşlarımın başlarına eğlenceli ve ilginç olayların geldiği bu hikayeleri fotokopi ile çoğaltır, 15 – 20 kişilik okuyucu kitleme dağıtırdım. Onlar da kendilerini bu fantastik hallerde görerek eğlenir yeri geldiğinde bana kızar ya da gülerlerdi. Yazmanın temelinde elbette çok okumak var. Kırklareli Kütüphanesi’nin yarısından fazlasını okumuşumdur. Her tür kitap okurum, elbette özellikle kendim de yazdığım türleri daha sıklıkla ve özenle okuyorum.


Eserlerinizi yazarken nelerden esinlendiniz?


Tek bir kaynak ve olaydan söz etmek çok mümkün değil. Bir evin inşası gibi tuğla üstüne tuğla ile inşa ediliyor bence. Çocukken okuduğum Jules Verne, daha sonra Arthur Clarke, Stephen King kitapları, Tolkien ile tanıştıktan sonra fantastik kurgu hayranlığı ve haşır neşir olma, Atilla İlhan, İhsan Oktay Anar… Bunlar ilk aklıma gelenler, yoksa o kadar çok kişinin ve kitabın beslenmesi var ki sanırım okuduğum isimlerden bahsetmeye başlasam bu röportaj değil sayfalar yetmez… Dolayısıyla arka planınızda iyi bir okuma pratiğiniz varsa dalından kopan bir yaprak da gördüğünüz bir kavga da size yazma konusunda ilham olabiliyor.


Hayatım boyunca yazacağımı anladığım bir olaydan söz edebilirim belki; geçen yüz yılın son senesinde geçirdiğim bir kaza ile yaşadığım hafıza kaybı... Buzda kaydım, düşüp kafamı çarparak geçici hafıza kaybı yaşadım. Kendimi tekrar kendime tanıtmak için orta okulda yazdığım öyküleri okuyordum, orada arkadaşlarım, ailem ve ben vardım. O an aslında tüm öykülerimi kendime, kendim için yazdığımı anladığım zamandı. Ömür boyu yazacağıma da karar verdiğim andı, okuyanım olmasa da yazardım çünkü anlatacak pek çok hikayem var ve bunların bir kısmı değerli bulunup kitap olarak basılıyor, okunuyor. Bu eşsiz bir mutluluk...


Cihatopya, bütün dünyanın Müslümanlığı kabul edip şeriat ile yönetildiği bir roman nasıl ortaya çıktı? Eserinizi okuyacaklar ondan neler beklemeli?


Distopyaları her zaman hayranlıkla okumuşumdur. Ne kadar iyi niyetli ne kadar yüce amaçlı yola çıkılırsa çıkılsın insanın olduğu her yerde mutlaka bir yoldan çıkma, yozlaşma, güçle kirlenme ortaya çıkıyor. İmkansızı gerçekmiş gibi anlatmak hele ki inancın çok büyük bir hassasiyet gerektirdiği ülkemizde hem cesurca hem de biraz biçare bir hamle. Bazen hepimiz bir distopyada yaşıyor gibi hissetmiyor muyuz? Dolayısıyla bu doğrultuda çıktı Cihatopya, tamamı Müslüman bir dünyada terör olayları ve cinayetleri araştıran bir ekibin başından geçenleri anlatıyor. Cihatopya otosansüre uğramış, yani yayıncı tarafından bazı kısımlarının çıkmasının daha iyi olacağı yönünde görüş belirtildiği için bazı bölümleri çıkarılıp yeniden yazılmış tek kitabım olma özelliğini de taşıyor.


Karanlığın Ötesinde romanınızda kendi hayatlarını sürdüren üç genci Türkiye’den alıp tamamıyla yabancı bir evrene gönderiyorsunuz, böyle bir fikir için nereden ilham aldınız?


Karanlığın Ötesinde, yayınlandığı dönem itibarıyla Türkiye’de ilk yayınlanan fantastik kitaplardan. Ne zaman bir fantastik kurgu okusam "Acaba ben böyle bir hikayede olsaydım neler olurdu?" gibi sanıyorum pek çok okuyucunun kafasından geçen soruyu ben de kendime sorduğumda ortaya çıktı. Bir anda fantastik bir dünyaya giden üç gencin başından geçenleri anlatıyor. Türe aşina olanların yabancılık çekmeden ve keyifle okuyabilmesi için ilk taslakta farklı kurguladığım ırkları elfler, orklar, cüceler, şövalyeler gibi daha bilinir ırklarla değiştirerek ve aslında batı fantazyasından ziyade hikaye ilerledikçe doğru fantazya öğelerinin ve temalarının ağır bastığı bir roman serisi. İlk yazdığım uzun romandır, ilk yayınlanan romanımdır. Öncesinde yazdığım öyküler ve novella tarzı kısa romanlar mevcuttu. Altı yüz küsür sayfadır o kitap ve buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Ne yazık ki yalnızca ilk kitabı basıldı serinin. Tamamı 9 kitaplık bir seri olarak yazdım ve geçen yıllar içinde tamamladım. Hem serinini uzunluğu hem de türün yeterince popüler olmayışı yayıncılar tarafından rağbet görmemesine sebep oldu. İki kez farklı yayınevleri ile basım sürecine çok yaklaşsa da tüm seriyi basabilecek bir yayınevi bulamadım. Pilot ismiyle “Karanlık Serisi” okuyucularla buluşacak yuva arıyor diyebilirim.


Hiçliğin Kıyısında’ya gelelim. Korkuya yeni bir boyut kazandırdığınız “Lovecraftvari” bu eser hakkında okurlarımıza nelerden bahsetmek istersiniz?


Sık sık röportajlarımda ve yazılarımda dile getiriyorum, Anadolu toprakları kültür ve edebiyat açısından çok zengin ve verimli topraklar. Kendine has muazzam fantastik ve korku öğelerine sahipler. Ne yazık ki yazdığım korku kitaplarını tanımlaman için bir Amerikan yazarının adıyla “Lovecraftian” yani Lovecraftvari ya da Gotik Korku vb. diyebiliyorum. Korku türü de tek tük eser dışında edebiyatımızın öksüz kalmış değerlerinden. Hiçliğin Kıyısında kitabımdan evvel yayınlanmış Tanrının Üvey Evlatları ve Başka Öyküler (çoğunlukla) korku temalı çalışmalar. Aslında modern dünya insanının antik tanrılar, karanlık ruhlar, iblisler, mitolojik canavarlarla karşılaşmasını ve hayatta kalabilmek için onlara meydan okumasını anlatıyor. Hiçliğin Kıyısında da uzun yıllar sonra doğduğu şehre dönmüş bir adamın her yeri saran ve sebebi bilinmez bir hiçlik – adeta canlı bir karanlık perde – karşısındaki kendi gücünü ve zayıf yanlarını keşfetmesini anlatıyor. Eski arkadaşları ile bir mezuniyet buluşmasında iken tüm dünyayı kaplayan karanlığın kuşatması altında kalıyorlar. Hiçliğin Kıyısında ayrıca dünyada gizemi çözülememiş pek çok gerçek hikayeye de atıf yapıyor.

Eserlerini nasıl kitaplaştıracağını merak eden okurlarımıza neler söylemek istersiniz? Kitap çıkarmak için neler gerekir, kitap çıkarmanın püf noktaları nelerdir? Siz ilk eserinizi bastırma sürecinde neler yaşadınız ve hissettiniz?


Bir kitabın en zor yanı bence yazılması değil yayınlanması. Ne yazık ki özellikle son birkaç yıldır artık yerli yazarların kitaplarını yayınlatması da daha zorlaştı. Elbette ilk başlangıç noktası romanı, öyküyü ya da hangi türde yazıyorsanız eserinizi tamamlayıp bitirmek. "Bir fikrim var!" ile bir yayıncıya gitmeyin, onu ete kemiğe büründürün, en azından önemli bir kısmını… Akabinde belki küçük bir ön yazı ve özet hazırlayarak adeta kapı kapı dolaşmaya başlıyorsunuz. Birkaç farklı yayınevi ile çalışmış biri olarak yazdığınız türü basan yayınevlerini bilip öncelik verirseniz daha çok şansınız olduğunu söyleyebilirim. Önlerinde yığınlarca dosya olan editörler ve yayın yönetmenlerine karşı da kaya gibi bir sabrınız olması gerekiyor. Son yıllarda kendi paranızla kitap bastırma gibi bir opsiyon da çıktı ve çok popüler olduğunu, pek çok yazarın bunu tercih ettiğini görüyorum. Ön yargılı değilim ancak bu yöntemi kullanmadım, yazdıklarımın en azında birkaç göz tarafından okunup değerlendirilmesi gerektiğine inanan eski kafalı biriyim… Yayınlanmaya layık bulunmaya kısmen inanıyorum. Yazarak hayatımı kazanmıyorum çünkü ne yazık ki maddi beklenti ile yapılabilecek bir iş değil yazarlık artık bu ülkede.


İlk kitabımın yayınlanmasında hissettiklerimi karşılaştırabileceğim tek şey herhalde çocuğumun doğumu olur. O kadar güçlü olduğunu iddia etmeyeceğim ama yayınlanmış bir eser sahibi olmak baba olmaya benziyor biraz. Sizin var olmasına katkıda bulunduğunuz bir şey… Elbette şu özelliği ile de baba olmaktan ayrılıyor; artık size ait olmayı bırakıyor yazdıklarınız, başkalarının da hayallerine ortak oluyor, sizin olmaktan çıkıyor yeri geldiğinde… Başkaları bazen sizin görmediğiniz ve düşünmediğiniz bir detayı söylüyor yazdıklarınızla ilgili işte o zaman yaptığınızın eşsiz bir değeri olduğunu anlıyorsunuz. Muazzam bir saadet ve kendinle bütün olma hissi bence… Daha sonra yayınladığım kitaplarda bu duygu asla yok olmasa da azaldığını söyleyebilirim.


Eserlerinizi yazma sürecinde ne tür sorunlarla karşılaştınız? Yaşadığınız zorlukları nasıl aştınız?


Benim için yazmaya zaman bulabilmek en büyük zorluk. Hafta içi mesai saatlerini aşan sürelerde çalışıyorum. Bir baba ve eş olarak sorumluluklarım var. Ayrıca profesyonel olarak yaşam, kariyer koçlukları yapıyorum. Yazmak ve kitap yayınlamak isteyenler için Yazar koçluğu programı da kurguladım, onu da ilgi olursa yapmayı planlıyorum. Okumaya zaman ayırmalı ve ister istemez bir şeyler izlemek ya da sosyal medyaya göz atmak derken haftada üç beş saati ancak bulabiliyorum bu aralar yazmak için. Çok az, çok yetersiz. Günlük uykumu beş- beş buçuk saatlere düşürmüş olmama rağmen ne yazık ki uzun uzun oturup yazma imkanım olmuyor. Ömrümde genelde karşılaştığım en büyük sorun bu diyebilirim. Bir de yazdığım, anlattığım hikayelerin popüler kitlelere hitap etmemesi gerçeği de var ki aslında bununla çok barışığım. Bazen eşimin "Bir tane aşk-tarih-polisiye bir roman yazıp ismini duyur." ısrarlarına kibarca kulaklarımı tıkamaya devam ediyorum. Yapay, yazmaktan keyif almayacağım bir şey yapmaktan uzak duruyorum.


Elbette bir de yayınlanmamış kitaplarım var, çok sevdiğim, değer verdiğim yayın yönetmeni arkadaşları kibarca ötelemeleri ve reddetmelerinden aslında onlarda bir tamamlanmamışlık olduğunu düşünüyorum, ya da belki benim gördüğüm ışığı göremiyor da olabilirler. Eğer bir kitaba yayınlanması için saplanıp kalsaydım muhtemelen 13 değil ancak 3 kitap bastırabilirdim. Bir altın kuralım var; yazdığım bir kitabı 3 kezden fazla elden geçirip değiştirmiyorum, olduysa olmuştur olmadıysa aklımdaki başka anlatılacak hikayelere haksızlık ettiğimi düşünüyorum ve bir sonraki öyküye ya da romana geçiyorum.


Önerim; çok okumak, çok yazmak. Her şeyin basılıp yayınlanmayacağını bilseniz de kendiniz için yazmak, kendi sesinizi bulmak, yazdıklarınızdan ilk önce kendinizin memnun olması.


Türk kurgu ve fantastik romanları hakkında neler düşünüyorsunuz? Genel olarak Türkiye’de kurgu ve fantastik romanlarının geldiği nokta ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?


Yirmi yıl önce elle sayılabilecek kadar Türk fantastik kurgu kitapları varken şimdi bu alanda çok maharetli yazarlar yetiştiğini düşünüyorum. Bu alandaki kitapların hemen hemen hepsini heyecanla ve keyifle okuyorum. Yakınen tanıdığım arkadaşlarım olduğu için isim vererek birilerinin gönlünü alırken birilerini unutup da kırmak istemiyorum. Türkiye’de fantastik kurgunun da zamanda kendi sesini bulduğunu, özgünleştiğini görüyorum. Sinema ve TV gibi görsel dili yüksek araçlar tarafından özellikle yurt dışında çok görselleştirilen adeta sömürülen eserlere dönüştüğü ve hızlı tüketildiği için fantastik kurgunun hak ettiği ilgiyi ve kitleyi henüz bulamadığını düşünüyorum. Bu ülkenin havasına suyuna ağacına sahip çıkmaktan söz ederiz ancak en önemlisi bu ülkenin insanına da sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum. Üyesi olduğum FABİSAD (Fantastik ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) başta olmak üzere çeşitli oluşumların da elinden geldiğince bu eserlerin duyurulması için çabası var. Bu türde daha alacağımız ciddi bir yol olduğuna inanıyorum ancak ne kadar karşılık bulup değer göreceği bir muamma. Yine de ben keyifle yazmaya ve hikayelerimi anlatmaya devam edeceğim…

85 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page