top of page
  • Yazarın fotoğrafıBora Keskin

Cahilliğin Bencilliği

Bu dünyaya ayak basmış herkesin yaşadıkları, tecrübe ettikleri ve bunun sonucunda hissettikleri, durumlar karşısında davranışlarını etkiler. Çocukluktan ergenliğe kadar geçen dönemde günlük bazda tekrarlanan etki-tepki döngüsü ve dış etkenler (çocuklara aşılanan hazır davranış setleri) kişilikleri oluşturur. Kişilikler ve dışarıdan görünen davranışlar da insanların insanları nasıl göreceklerini ve dünyalarını nasıl anlayacaklarını belirler. Dünya anlayışı da kişinin ne zaman mutlu ve ne zaman mutsuz olacağını dikte eder.


Herkesin tecrübeleri ve düşünceleri ve sonucunda hayat anlayışı farklı olsa da, nedendir bilinmez, son birkaç asırdır özgürlüğün vazgeçilmez olduğundan bahsediliyor. Bunu savunanlar özgürlük olmadan insanların istedikleri şeyleri yapamayıp kısıtlanacaklarını, neticede de mutsuz olacaklarını ifade ediyorlar. Peki özgürlük nedir? Nasıl sağlanır? Mutluluğu getirir mi? Mutluluğu ne getirir? Özgürlüğü şart koşmamızı sağlayan, kısa ömrümüzde yapmak istediğimiz şeyleri neler belirler?

Kişinin tecrübelerinden ve şu anki hayat düzeninden yola çıkıp mutluluğu için özgürlüğünün şart olduğunu savunması mantıklı değildir. Keza bunları düşünen kişi öncelikle uğurunda sözde milyonların canlarını verdiği özgürlüğün kendisine ne getirdiğini tartmalıdır. Kişi kendi penceresinden baktığında anlar ki özgürlüğü elinde olduğunda toplumdaki fonksiyonunu devam ettirebilmektedir, ne eksik ne de fazlasıdır özgürlüğün kişiye verdikleri. Detaylı düşündüğünde ise fark eder ki çoğunluğun amacı hayattaki angaryalardan (günlük mesai, birikmiş işler vb.) bir şekilde kurtulup artan vakitte ilgilendikleri şeylerle meşgul olmaktır.


Buradaki "ilgilenilen şey" kavramı çok elzemdir, bu kavrama oyun oynamak, maket yapmak, edebiyatla ilgilenmek gibi şeyler örnek verilebilir. Her nedense bu ilgi alanlarına ancak bütün gün angaryalarla uğraşıldıktan sonra "boş vakitte" zaman harcanabiliyor. Kişilerin ilgi alanları da yazımda daha önceden bahsettiğim gibi çocukluktaki tecrübeler ve hayatın ilerleyen dönemlerinde çevrelerinden gördükleri şeylerden meydana gelir. Bunların da rahatça gerçekleştirilebilmesi için özgürlük gerekir, bu yüzden neredeyse herkes özgür olmayı ister.


Dışarıdan bakıldığında ise kişiliği büyüdüğü çevrenin ve başkalarının ona yaşattığı tecrübelerin bir yansıması olan insan, gününün çoğunu oltanın ucundaki yemi andıran "ilgi alanlarıyla meşgul olmak" için günlük işlerle vaktini öldürür. Bu uzun süre mutsuzluk verici çalışma - ulaşabilmek için verilen emeğe değmeyecek kadar kısa süre mutluluk döngüsü için milyonlar özgürlüğü istemeye hazırdır. Bu milyonlar toplumları oluşturur ve bireyler birbirlerini etkiler. Nihayetinde her nesil doğacak çocuklarını kendi savunduğu özgürlük düzeninde onlara yaşatacakları tecrübelere, kişilik kalıplarına ve mutsuzluklara mahkum eder.

Kişi kendi açısından bakarsa evet, mutluluk için özgürlükten vazgeçmek işine gelmeyebilir, ama insanlar yaşamaktan ne anlar ki? Çoğunluk içinde bulunduğu sistemde keyfine bakmayı amaçlar.

Hala içinde bulunduğu yönetim sistemlerinin kendisi için en iyisi olduğu algısına kapılıp bu sistemleri savunanlar var. İnsanların bir sistemin çığırtkanlığını yapması bile onların ne kadar aciz bir karar verici olduklarını gösterir. Kendi kendilerine bir yönetim sistemi bile hayal edemeyen çoğunluk, "Bakın, ben bir şey buldum!" diyen birisinin peşinden gitmeye dünden razıdır. Ve bu tezatlığı fark edenler bile harekete geçmekten acizdir, çünkü neden rahatlarını bozsunlar ki? Yemekleri önlerine geliyor, sigortaları ve maaşlı işleri var, yoksa bile bir şekilde açıkta kalmıyorlar. Misal bakın bana, bu safsatayı yazdıktan on dakika sonra aynı şeyleri yapmaya devam edeceğim.

Bu noktada başka bir probleme değinmek zorundayım:


Özgürlüğün insan mutluluğu için abartıldığı kadar önemli olmadığından, hatta bazen önünde duran en büyük engel olduğundan bahsettiğimde karşıma birkaç belirli argüman çıkıyor. Özellikle distopya romanları karşı argüman için çok kullanılıyor, bu romanların konu aldığı çarpık evrenlerdeki baskıcı, özgürlüğü kısıtlayan yönetimlerden ve onların ne kadar kötü olduğundan bahsediliyor. Benim yazımla o romanlar arasındaki tek ortak kelime özgürlüktür. Ben şahsen kendim de distopik baskıcı bir yönetimi istemem, keza siz de fark edeceksiniz ki o romanlardaki yönetimlerin çoğu birilerinin cebine daha çok para girsin diye özgürlük algısını değiştirir. Ben ise bu değişikliğin insanların mutluluğu için yapılması taraftarıyım, başka türlüsü benim de işime gelmez, ben de insanım.


Yine de hala kendisine özgürlüğünü ve ulaşacağı bilgiyi kısıtlamak suretiyle ömür boyu mutluluğu bahşedecek bir sistemle gelindiğinde reddedecek insanlar var, benim de onlara bir çift sözüm var.


Distopya okuyup buna benzer bir şeye karşı çıkınca dünyayı kurtarmıyorsun. Dünyayı kurtarmak ne demek? Ayda kazandığın 5000 TL'yi istediğin gibi harcayıp geleceğini borçlanmak ve hafifçe eğlendiğini hissettiğin düzenin devamını sağlamak mı? Ne için savaşıyorsun? Bunun hakkında yıllarca kafa yoranlar bile insanların kendi kendilerini yönetemeyeceklerine karar verdiler, sen masaya neyi getiriyorsun? Aslında çok basit, sen sadece girdiğin bencillik krizinde sahip olduğun imkanların devamını istiyorsun ve bütün insanlığın bu yönde ilerlemesini istiyorsun.


Herkes aynısını ister, insanlar durağan ve muhafazakardır, bu hayatta kalmalarını sağlayan en temel şeylerden biridir. Ama bütün insanlığı ilgilendiren kararlar hayatı kendi penceresinden yaşamış, bir takım şeyler tecrübe ederek fikirlerini keyfi şekilde biçimlendirmiş kişilere yönetim gücü verilerek onların arzularına göre alınamaz. Çünkü bir insanın ufku ne kadar geniş olursa olsun, alacağı kararlar tecrübelerinden, o anki duygularından, eskiye yönelik nefretinden, iyi ya da kötü anılarından, okuduğu kitaplardan, izlediği filmlerden, yediği yemekten, hatta ve hatta o gün tuvalete kaç kere gittiğinden bile nasibini alır. Bu kadar aciz bir varlık insanlar gibi sadece mutsuz olduğu için kendi hayatına kıyabilecek kadar hassas varlıkları yönetebilecek duyara, özveriye, cesarete, gaddarlığa, kibarlığa, acımasızlığa, naifliğe, anlayışa, kararlılığa sahip değildir.


Yani evet, insanlar kendilerini yönetebilmek için fazla basittir. Bu işin altına girenler bu güne kadar aldıkları bütün kararların sonuçlarının altında kalmıştır. Okuduğunuz kitaplarda ve izlediğiniz dizilerde kralların, imparatorların veya yönetim koltuğunda oturan kimselerin zaman zaman üzüntüye boğulmasının sebebi de budur. Yönetimde verilen kararlar insanın kalbini soğurur, öyle olmak da zorundadır. Çünkü bir insanın en iyi niyetle aldığı kararlar bile başkalarını mutsuz etmek içindir, keza insanın doğası böyle işler. Kalbinde biraz bile vicdan kırıntısı barındıran kişi, elinde olmadan birilerinin hayatlarını onlara zindan ettiğini ve bulunduğu yerden bunu düzeltmek için hiçbir şey yapamayacağını anladığında üzüntüye boğulur. Ne ironiktir ki insanların kendilerini refaha ulaştırması için güvenlerini teslim ettiği kişi ya da zümre hem yine kendilerine güvenen kişileri, hem de kendilerini mutsuz etmiştir. İnsanlar ne kadar yaşlansa da, yapacağı işleri eline yüzüne bulaştıran çocuklardan bir adım ileri gidemez.


Hayatınızda insanlarla alakalı herhangi bir şeyi yönettiyseniz aldığınız her kararın iyi ve kötü sonuçlarının sizi nasıl etkilediğini hatırlayın. Verdiğiniz her kararda en ufağından da olsa bir eksik ya da birilerini mutsuz edecek bir şeyler vardı. "Herkesi mutlu edemezsin" savı bir yalandır. Herkesi mutlu edemeyecek tek varlık insandır.


Size, "Haydi, yapay zekalar tarafından yönetilelim. Nasılsa kusursuzlar, aradığımız karar verici onlar!" diyecek değilim. Bunu yaparsam şu ana kadar anlattığım her şeyi çöpe atmış olurum. Bu konuda dünyayı ve insanlığı anlayışımdaki cahilliğim sebebiyle aldığım kararlarda bencilce davranacak aciz bir insan olarak karar vermem en hafif tabirle insanlık suçu olur.


Tabii ki bu savlar yüzünden hayatın çok da mantıklı bir şey olmadığına kanaat getirip yaşamımı sonlandıracak değilim, benden daha az bilen, daha az okuyan, daha zayıf, daha güçlü, daha az yazan, daha fazla ihtiyacı olan birinin normalde bana gidecek kaynakları kullanmasını istemem. Ki bütün savaşlar bu sebepten çıkar. (evet, benden iyi olandan da bir şeyleri kıskanabilirim.) Çünkü evrenin ve ötesinin karışıklığı önünde ben cahilliğin bencilliğini yaşamaktan kendimi alamıyorum, aksini yapan birine de daha rastlamadım.


"Doğada yaşayan canlılar arasından, toprak ana insandan çürüğünü çıkarmaz."

177 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page