top of page
  • Yazarın fotoğrafıÖzgür Kütüphane

Gerçekleşmesinden Korktuğum Distopyalar

Bir nevi Anti-ütopya olarak düşünebileceğimiz distopyaları kötü gelecek senaryoları olarak tanımlayabiliriz. Distopya kelimesi ilk kez Filozof John Stuart tarafından “kötü bir yer” anlamıyla kullanılmış.


Distopik kitaplar genellikle gelecekteki bir zaman diliminde yaşanan olası kötü senaryoları işler. Oldum olası distopya yazarlarının çok zeki olduklarını düşünmüşümdür. Çünkü distopya kadar ince bir kurgu her kalemin harcı değil bence.


Margeret Atwood, George Orwell, Aldous Huxley , Ray Bradbury, Franz Kafka, Anthony Burgess, Suzuanne Collins, H.G. Wells bunlar benim okuduklarım. Ve kim bilir daha nicesi vardır.


Benim distopik dünya ile tanışmam lise yıllarımda Erdal Demirkıran’ın “Sadece Başbakan Okusun” isimli distopyası ile oldu. Kitap tüylerimi diken diken etmişti. Sonrasında Kafka’nın “Dava”sı ile tanıştım. Dava’yı okuduğum yıllar bundan 8 yıl önce haziran günlerine denk düşer. Bilen bilir. O yaz ülkemiz adalet açısından oldukça harap bir yıl geçirdi. Ondan beri de iflah olmadık. Dava beni ülkemin adalet sistemi hakkında derinlemesine endişe duyduğum bir monoloğa iten kitaptı.


Sonra Ray Bradbury ile tanıştık. “Fahrenheit 451” hayatımın bir çoğunu kaplayan kitaplarım ile ilgili endişelere iten eserdi.


Sonra bir gün, “büyük birader” ile tanıştık. George Orwell’in “1984”ü ile yani. Beni siyasi bir korkuya iten kitaba yani. Düşünsenize bir gün uyanıyorsunuz ve kendine “büyük birader” diyen bir manyağın gözetiminde totaliter bir devlette yaşıyorsunuz. Hakikat bakanlığı denen Piramit şeklindeki binanın tepesinde “Savaş barıştır, Özgürlük köleliktir, Cehalet güçtür,” yazıyor ve buna kanun diyorlar. Tanrım! Tam bir kabus...


Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” kitabına gelirsek, ilk bakışta bir ütopya gibi görünmüştü bana. Çünkü savaşların, genetik hastalıkların, yoksulluk ve sınıf farklılıklarının yok edildiği teknolojik açıdan üst düzey bir gelişim gösteren bir ütopya kuruyor gibi geliyor. Fakat kitabı ütopyadan, distopyaya çeviren kısım ise; ailenin, kültürün, sanatın, felsefenin, edebiyatın yasak olmasıdır. Yoktur. Böyle bir dünyada yaşayabilir miydiniz? Sağlıklı bir robot gibi?


”Otomatik Portakal” ise özgürlük ile ilgili endişelere boğmuştu beni. Fakat bende en çok iz bırakan ve olmasından en çok korktuğum distopya Margeret Atwood’un “Damızlık Kızın Öyküsü” oldu. Kadın olmam ile mi ilgili bu bilmiyorum. Siz ne dersiniz?


Koronavirüs bir distopik roman olsaydı, ve bunu 10 yıl önce okusaydınız mesela? Aslında distopyalar hiç de olanaksız değiller...

46 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Ağıt

תגובות


bottom of page