top of page
  • Yazarın fotoğrafıGizem Genç

Kemani

Bozcaada’nın o ılık rüzgârı tenine vurmuştu. Balkonun bir köşesinde rüzgâr eşliğiyle kemanıyla vakit geçiriyordu. Derdini ve kederini, tüm hislerini müziğe döküyordu sanki. Tellerden dökülen her ses ona bir kapı aralıyordu. O kapıların ardında kendine huzur ve bir aşk arıyordu. Yeni doğan bir çocuğun başını okşar gibi naifçe arşesini çekiyor ve kendini müziğe narin kollarına bırakıyordu.


Yıllar önce nazende bir kızın çektirdiği onca şeyden sonra dilhûn eylemiş ama toparlanmayı başarmıştı. Yeni bir aşka yelken açmak için kararsızdı. Karşısına uzun zamandır perestişçe seveceği biri çıkmamıştı. Aslında tek isteği aşkından leyla olabileceği bir kadınla payidar bir yaşam sürmekti. Kafası eskilere gitmişti. Kemanilik yaptığı zamanlara geri döndü...


Her zaman olduğu gibi yine bir gün Arnavut kaldırımlı, begonvil çiçekleriyle donatılmış, rüzgârın da eşliğiyle uzaktaki bağlardan içinde lavanta ve keklik kokusu gelen, rengârenk kapılı, üzüm salkımlarıyla dolu, her adım attığınız yerde kedilerin dolaştığı ve insana huzur sokaklardan geçip her zamanki yerine gitmişti. Kemanını kutusundan çıkardı. Uzun zamandır biriktirdiği parasıyla yeni aldığı kemanın kapağı hareli kelebek ağacındandı, bu sayede çok güzel desenler barındırıyordu üstünde. Eh, hareli bir kemandı sonuçta, diğer kısımlarında malzemeden kaçılacak hali yoktu ya? Köprü, burgu, klavye, kuyruk ve çenelik kısmı da gül ağacındandı. Daha sonrasında arşesini reçineledi. Kemanını çenesine yerleştirdi, tam telleriyle arşeyi buluşturacakken etrafındaki insanlar baka kaldı, daha o müziğe başlamadan insanlar toplanmıştı başına ama onun gözü başkasını arıyordu. Dün bir kız ve babası onu dinlemeye gelmişti, aslında normaldi bu. Her gün onun müziğini dinleyen ve kaman kutusunun içine para atan yüzlerce kişi oluyordu. O kız ve babası da bunlardan biriydi. Lakin Zachary ona lahza-i kalpten vurulmuştu. Zachary on dokuz yaşlarında, uzun boylu, sarışın, saçları çenesine varan ve beyaz ciltli bir sokak çalgıcısıydı. Gözleri gibi maviye bir aşkı vardı, aslında içinde mavi geçen her şeyi severdi. İlk çaldığı parçanın neyle ilgili olduğunu anlamak pek de zor olmasa gerek. Tabii ki de maviyle uzaktan yakından bir anlam içerecekti. Bu yüzden de Beethoven’ın “Midnight Blue” eserini kemanında döktürdü.


Küçüklüğü yetimhanelerde geçmişti. Zaten orada öğrenmişti keman çalmayı. Birkaç yıl önce hem okuldan hem de yetimhaneden ayrılmıştı. Hayalleri vardı, bir gün sokak çalgıcısı değil de büyük orkestralarda çalmak istiyordu. Belki biri elinden tutar yardım ederdi ona. Kim bilir? O gün kız ve babası neredeyse yarım saat onu izlemiş, akabinde gitmeden önce de biraz para bırakmışlardı. Sonra aheste aheste sokağın sonunda kaybolmuşlardı. Gecenin sonunda hiç toplamadığı kadar hasılat toplamıştı. Zachary o kızı kafasından bir türlü çıkaramıyordu. Dilberi Rana’ydı adeta. Simsiyah bukle bukle olan saçları iki de bir gözünün önüne düşüyordu. Hiç yorulmadan, bıkmadan gözünden çekiyor, saçını geri atıyordu. Gözlerinin rengi sokak lambalarının yansımasından pek anlaşılmasa da yeşil olduğunu düşünüyordu. Kilosu boyuna orantılı, keman kaşlı, bal dudaklı, gözleri ahrez, ekram burunluydu. Teninin rengini tamamen ay ışığından almıştı. İpekten yapılmış elbisesi onu bir melek gibi göstermişti. Bugün de gelecek miydi acaba? Onu düşünürken zaman hızlı akıyordu. Gelmemişti, zaten ne bekleyebilirdi ki? Her gün buraya gelen yüzlerce kişi vardı, oysa onların birinden etkilenmişti. Saatin geç olduğunu fark etmemişti, yavaş yavaş son parçasını da bitirdi. Kemanını çenesinden çekti, tam kutusuna koyacaktı ama kalabalık hâlâ onun devam etmesini bekliyordu. O kalabalık hiç kırılır mıydı? Son bir parça daha çaldı ama bu sefer kendini çok kaptırmıştı, gözlerini yummuş sadece müziğini düşünüyordu. Görenler genci kendinden geçmiş sanıyordu. Bu sırada oraya gelen kalabalığa bakmıyordu bile. Evet, o da gelmişti.


Hem de Zachary gözünü yummuş keman çalarken keman kutusuna bir mendil atmıştı. Etrafı dantelli, köşelerinde beyaz gül desenli ve bembeyaz bir kumaştandı. Mendilde beyazdan başka nerdeyse renk yoktu ama tüm desenler ve işlemeler çok net belli oluyordu. Son parça da bittikten sonra Zachary kemanını topladı, kutusuna yerleştirdi ama gecenin geçliğinden dolayı kutunun içine bile bakmadan toparlanıp yola koyuldu. Evi gösteri yaptığı sokağa çok uzak değildi lakin o tenha ve zifiri karanlık sokaklarda bir kaç dakika olsun yürümek onu bile her gün korkutuyordu. Aynı sırada içten içe efkâra dalmış, kafası öne eğik bir şekilde yürüyordu. İçinden Ne bekliyordun? Onun geleceğini mi? diye diye eve kadar vardı. Tabii Zachary mendilin varlığını eve gittikten ve o günkü hâsılatını sayarken fark etti. Bu da ne diye düşündü, başta hiç dokunmadı. Çünkü çok şaşırmakla birlikte yüzü gülmüştü. İlk kez birinden mendil almıştı, bazen çiçek atanlar da oluyordu ama bu onlar gibi değildi. Hatta Zachary mendilin kimden geldiğini bile bilmiyordu ama sadece o kızdandır diye umuyordu. Sonrasında elini mendile attı, sanki içinde bir şey vardı. Sonrasında mendili açtı, içindekinin bir kâğıt parçası olduğunu görünce şaşırdı. Pek duyulacak bir şekilde olmamasına rağmen “Kim neden bir mendilin içine kâğıt koyup bana versin?” dedi. Ne kadar şaşırsa da içinde bir küçük bir kâğıt parçası konmuştu, “Neyin nesiydi bu ve kim koymuştu bunu?” diyerek tekrardan sayıkladı Kâğıda biraz daha baktı, sanki arkasına bir şeyler yazılmıştı.


Zachary okumaya başladı, “Dün babam ve kardeşimle birlikte seni dinlemiştim, büyük ihtimalle bizim farkımıza varmamışsındır. İlk kez bir sokak sanatçısının bu denli duygusunu şarkısına yansıttığın şahitlik ettim. İşin gerçeği bunları senin yüzüne söylemek isterdim lakin babam bu konulara karşın biraz serttir. Bu esbâbdan sana bunları yazarak söylüyorum. Umuyorum ki bir daha görüşürüz.” Zachary’nin yüzünü bir mutluluk kaplamıştı. Ya yarın da gelirse? Bunun için bir hazırlık yapmalıydı, belki onun için özel bir şeyler çalabilirdi. Ne ola bilirdi ki acaba? O sırada tavandan yüzüne düşen bir damlayla tüm bu düşüncelerden ayrılmıştı. Bu saatlerde sıcacık yatağında yorganına sarılmış dinleniyor olacağını fark etti. Ama o evin yüzüne oturmuş hayaller kuruyordu. Sonrasında bir soğukluk hissetti. Hızlıca gidip sobasını yaktı. Sobanın içeriyi ısıtmasını bekledi. Karanlıkta sobanın deliğinden tavana yansıyan alevleri izlerken hayaller içinde uykuya daldı.


Sabah pek erken uyanamamıştı, sanırım saat öğlene geliyordu. Gözlerini ovuşturarak, zar zor güzel yatağından kalktı ve ibriğin içinde kalan son su ile elini yüzünü yıkayıp kendine geldi. Sonrasında gözü akşam masanın üstüne koyduğu mendil ve mektubu aradı. Bir an onları göremeyince panik oldu. Sonrasında yere düştüklerini gördü. Sanki son kez görecekmiş gibi onları tekrardan inceledi ve mektupla mendili yeniden masanın üstüne koydu. Sonra kemanını kutusundan çıkarıp eline aldı ve akşam çalacağı üç-dört parçaya göz atmaya başladı. Normalde ne çalacağına pek bakmaz, o an içinden ne geliyorsa içini kemanıyla dökerdi. Ama bu gece yine tatlı misafirleri gelebilirdi. Bundan ötürü kendinden emin olmak için alıştırma yapmaya başladı. Normalde evde pek keman çalmazdı, çünkü komşusu rahatsız olurdu. Zachary iki katlı bir evin alt katında kirada oturuyordu. Üst katında ise ev sahipleri yaşıyordu. Ev sahipleri yaşlı bir çiftti. Bir o kadar da tatlı ve sevecen olan bu çift yeri gelince de çok huysuzdu.


İkindiye doğru Zachary hava almak için biraz dışarı çıktı, hava kararacağını anlayınca eve dönecek ve kemanını alıp her zamanki gittiği yere gidecekti. Zachary’nin akşam iş yapma sebebi Bozcaada'nın gündüzleri ölü gibi olmasıydı. Herkes ya işte ya da okullarda oluyordu. Gece ise kentin canlandığı dönemdi. Bir zamanlar gündüz de iş yapıyordu genç kemani ama gündüz iş yapmak ona sadece meteliğe kurşun atmak dışında bir işe yaramıyordu. Sinek avlıyordu resmen. Lakin geceleri öyle miydi? Hem yerli halk hem turist hem de masum(!) akşam gezmeleri için Çanakkale’den burjuvazi sınıf gelirdi.


Havanın yavaş yavaş kararmaya başladığını fark eden gencimiz evin yoluna düştü. Olduğu yere yakın olduğundan pek uzun sürmedi eve varması. Bir çırpıda içeri girip kemanını kaptı. Acele etmeliydi çünkü vakit onun için gerçekten de nakitti. Sen de beş ben diyeyim on dakikada yerine vardı. Şükür ki boştu. Hemen oraya eşyalarını bırakıp kuruldu. Sonra başladı halka zanaatını sergilemeye. Sence sonra ne oldu ey kaari? Geldi mi o gece Zachary’nin gönlünü kaptırdığı nazende? O gece genç kızı ne kadar beklese de gelmemişti. Belki yine fark etmeden bir mendil atıp gider diye sürekli kutusunun içine bakıyordu ama nafile. Bozukluklardan ve az da banknottan başka bir şey yoktu. Zachary çalmaya devam ediyordu ama ümitsizdi, “Zaten ne bekliyordum ki?” diye kendine kızıyordu. Saat yavaş yavaş geç oluyordu. Gelmemişti de o, zaten bugün sokaklar pek de kalabalık değildi. Sabah da ev sahibi keman sesi yüzünden azarlamıştı genci. Daha ne kadar kötü bir gün geçirebilirdi ki? Eve varınca tek yapmak istediği yatağına uzanıp derin bir uykuya dalmaktı. Zaten insanlar hep böyle yapmaz mıydı? Her sorunlarında, her kötü günlerinde kaçmayı denerlerdi. Ama iyi günler hiç böyle miydi? Keşke hiç bitmeselerdi. O anı sonsuza kadar yaşamak isterdi insan. Neden bu konulara bu kadar da bu kadar bencildi ki insan? Bazen ise işler daha da sarpa sarınca insan bitirmeyi isterdi. Günü bitirmeyi değil tam aksine hayatını bitirmeyi. Ama intihardaki amaç acılara son vermek değil, yokluğunla başkalarına acı çektirmek derler. Bilinmez doğruluğu ama olsun, insan her hâlükârda kaçmayı tercih eden değil miydi? İstedikleri olunca ondan mutlusu yoktur ama ya olmazsa? İşte o zamanda ondan dertlisi yoktur, dalar efkâra...


Ertesi sabah, sabah ezanından sonra uyuyamadı genç kemani. Sanki tüm gece yaşam enerjisi çekilmişti bedeninden, kıpırdayamaz olmuştu. Çok halsizdi, uyumak istiyordu ama bir türlü beceremiyordu. Saat on iki gibi yakınlardaki bir kiliseden gelen çan sesiyle yarı baygın halinden ayıldı. Elini yüzünü yıkadı ve sebepsizce dünü düşünmeye başladı, neden gelmemişti ki? Ondan önce mendil atıp, ilgisinden mektup bile yazmıştı hatta tekrar geleceğini de kısmen belirtmişti. Ama her şeye karşın içinde bir umut tomurcuğu vardı. Belki bu akşam onu tekrardan görebilirdi. Bir süredir genç kemani kendi bestesini yazıyordu. Sebebiyse insanlar artık sokaklarda aynı parçaları duymaktan sıkılmış, hatta çoğu kişi bu parçaları duyunca “Yine mi?..” diyerek sitem bile ediyor, durup bakmıyordu bile. Zachary ise buna bir çözüm olarak kendi bestelerini yazmaya başlamıştı.


Daha elle tutulacak bir sonuca ulaşmış olmasa da başlamıştı, sonuçta “Başlamak bitirmenin yarısıdır” der büyüklerimiz. Parçasını bitirmenin eşiğindeydi. Amacı ve aynı zamanda isteği yeni parçasını ona da dinletebilmekti. İşte bu yüzden canını dişine takarak akşama kadar parçasını bitirmek üzere masasına oturdu...

Kafasını kaldırdığın saat akşam yediye geliyordu, uyuya kalmıştı. Ne olursa olsun parçasının son kısmını da bitirmek istiyordu. Sadece azıcık bir kısım kalmıştı. Bu küçücük parça yüzünden parçanın tamamını erteleyemezdi. Baştan savarcasına son kısmını da yazdı. Apar topar evden çıktı. Çünkü hava kararmaya başlıyordu, eğer yerine zamanında gitmezse başkası tarafından kapılabilirdi. Sonuçta sokak onun tapulu malı değildi ya? Yaklaşık on dakika sonra her zamanki yerine varmıştı. Ama normale göre bugün geç kaldı. Bir çırpıda kemanını kutusundan çıkardı, kutuyu önüne itti ve başladı çalmaya. Kendi yazdığı parçayı başlar başlamaz çalmadı tabii. Çünkü hiç çalışmamıştı da. Gecenin sonuna doğru etraf iyice kalabalıklaşır ve cesaretini toplarsa çalardı belki. Bugün bir gariplik vardı sanki, başlayalı yarım saati aşmıştı lakin sadece birkaç bozukluğu vardı önünde. Bırakın cesaretlenip kendi yazdığı parçayı çalmayı bazen moral bozukluğundan ritim bile kaçırıyordu. Ay'ın tepeye varması ve asıl gecenin başlaması ile şehir durgunlaşınca kendini eve zor attı. Ne kadar kötü bir geceydi bu? Ne iki kuruş kazanabildi, ne düzgün keman çalabildi, ne de görmek istediği kişiyi gördü.


O kötü günün üzerinden bir hafta geçmişti. Sanırım o gün diğer kötü günler için bir başlangıçtı. Şehirde en fazla kazanan sokak sanatçısıyken bir haftadır eskiden kazandığı bir günün parasını anca kazanabilmişti. Bir anda ne olmuştu? Ama bizim aşığın aklı geçimde miydi? Onun aklı ismini dahi bilmediği o kızdaydı. Son iki gündür moralsizlikten düzgün bile çalamıyor, resmen rezil oluyordu. Ama her şeye karşın gitmesindeki tek amacı belki yine o kız gelirdi. Ne masum bir hayaldi onunki, işinden nerdeyse normalde kazandığından yedi kat az kazanıyordu, bir dahaki haftaya kira verilecekti ve daha neler... Ama onun aklı bir kez gördüğü o kızı tekrar görmekti. Akşam vaktine kadar yatağından çıkmadı, bir sağa bir sola dönüp durdu. Zaman öldürüyordu resmen. Saatin farkına vardığında altı buçuktu, hiç gitmeye hevesi yoktu lakin evde otursa daha mı yararlı olacaktı ona? Yavaş yavaş evden ayrıldı ve aynı yavaş tempoyla yola koyuldu. Her şey aynıydı, son sekiz günden ayrı bir şey yoktu.

Artık morali bozulmasın diye gözünü sımsıkı kapatıyor, gecenin sonuna kadar açmıyordu. Ama bu sefer içinden bir ses gözlerini açmasını söylemişti. Gözlerini açtı açmasına ama inanamadı gördüklerine, iki kız kardeş onları dinliyorlardı. Bunlar onlardı, Zachary'nin uzun(!) bir süredir sevdiği(!) kızdı bu ve tabii yanında kardeşi. O an gencin morali yerine geldi ve hemen kendi yazdığı parçayı çalmaya başladı. Uzun süredir halsizlik ve moralsizlikten düzgün çalamayan kemanimiz onları görünce bülbül kesilmişti sanki. Kız kardeşler bir süre dinledikten sonra gitmeye tam yakın zamanda keman kutusuna bir mendil bıraktılar. Aslında Zachary'nin gönlünü kaptırdığı kız bırakmıştı o mendili. Kızlar gider gitmez genç kemani gösteriyi hemen bitirdi. Kemanını yere koydu ve mendile baktı. Mendil bembeyaz ve üzerinde ne bir dantel ne de bir desen vardı. Eline alır almaz yine içinde bir şeyler olduğunu fark etti. Ama bu sefer kağıda benzemiyordu. Açtığında çok şaşırdı, içinde kurtulmuş beyaz bir gül vardı. “Beyaz gül” diye sayıklanmaya başladı genç. Sonra aklına ilk attıkları mendilin deseninin de beyaz gül olduğu aklına geldi. Nedir bu beyaz güllerin anlamı?

Aradan yaklaşık bir ay geçmişti. Kemaninin işleri kötü denilemeyecek kadar iyi, iyi denilemeyecek kadar kötüydü. Her zamanki rutini olarak akşam saatlerinde şehir merkezine gider mesleğini icra ederdi. Ama ona atılan beyaz gülden sonra ne ismini bilmediği kızdan ne de onun kız kardeşinden haber vardı. Çünkü kız öldürülmüştü, hem de öz kardeşi tarafından. Aslında olayın gerçeği şuydu: Kemani ile ilk karşılaşmalarında iki kız kardeş de Zachary’den etkilenmişti. Ama bunu birbirlerine hiç söyleyemediler. Çünkü Zachary'nin etkilendiği kız olan Belis Vera doğuştan işitme engelliydi. Bu yüzden konuşamazdı, sadece yazar ve okurdu. Kemanimiz ne kadar onun için beste de yapsa duyamazdı. Küçük kardeşi(!) Kemaniye mendil içinde mektup attığını öğrenmişti. Belis'in çekmecesini kurcalarken yazılıp daha verilmemiş onca mektup buldu. Aslında mektubunda yalan söylemişti, hiçbir şey duyamamıştı. Hatta bunları yüzüne söylemek isterdim derken bile yalan söylüyordu, söyleyemezdi ki. Küçük kız kardeşi ablasını ölümüne kıskanıyordu. Çünkü Belis’in güzelliği sanki cennetten gelmişti. Kardeşi ise onun gibi değildi. Belis‘in küçük kardeşi yıllardır ona her konuda imreniyordu, artık bu son şey de bardağı taşıran son damla oluvermişti. Beyaz gülü verdiği günün akşamı öz kız kardeşini tanımadığı birine olan duyguları yüzünden insafsızca ve canice katletmişti. O uyurken başında her şeyi anlattı, yıllardır kız kardeşinin kendisine olan üstünlüğünü. Hiç çekinmedi, bazen bağırdı sinirden etrafındaki eşyaları deviriyordu. Önemsizdi zaten bu yaptığı, Belis ne kadar bağırırsa bağırsın uyanmayacaktı. Sonrasında elindeki bıçağı öz kardeşinin boynuna dayadı. Son kez kin ve nefret kusuyordu.


O gecenin sabahında anneleri kızlara sesleniyordu. Normalde seslenişini küçük kızı duyar, sonra da ablasını uyandırırdı. Ama Belis ölmüş, küçük kız ise o gece evden kaçmıştı. Nereye mi dersiniz? Öz kardeşini öldürme sebebi olan kemaniye. Daha ismini bile bilmiyordu, hatta üç defadan fazla görmemişti. O gece uzaktan kemaniyi izledi. Yanına gidip konuşmaya cesaret edememişti. Yarın diyerek içinden geçirdi. Eve gidemezdi, o geceyi sokakta geçirmeye tam karar vermişti ki kemani yine dikkatini çekti. Onu takip etmeye karar verdi. Bir süre takip ettikten sonra kemanimiz evine vardı. Kız ise o geceyi kapısında ağlayarak geçirdi.


Saat ikiyi gösterdiğinde Zachary evin eksikliklerini gidermek üzere dışarı çıkmaya hazırlandı. Merdivenlerden indi kapıyı açtı ama karşılaştığı manzaraya çok şaşırdı. Kız kapıya yaslanmış oturuyordu. Kapıysa içeri doğru açıldığından kız bir andan kemaninin önüne düştü. Zachary kızın omzuna yavaşa dokundu ve “İyi misin?" dedi. Kız bir anda kendine geldi ve ayağa kalktı.


Bir süre bakışmanın ardından kemani sormaya başladı, “Sen kimsin ve evimin kapısının önünde ne yapıyorsun?”


Kız hâlâ şoktaydı ve biraz da uykulu. Belli ki konuşamayacak durumdaydı. Bunu anlayan kemani kızı hemen evine çıkardı. Aralarında hâlâ ölüm sessizliği vardı. Bir süreden sonra Zachary kızı tanıdı, bu aylardır görmek istediği tek kişinin kardeşiydi. Hemen sonra kız boğuk ve ağlamaya yakın bir ses tonuyla başladı anlatmaya, “Bir gün babam ve ablamla yürürken sana denk geldik. Babam musiki ile pek haşır neşirdir ama modern ve klasik müzik onun pek hoşuna gitmezdi. Buna rağmen seni yarım saate yakın dinledik. Aslında ben ve babam dileyebildik. Ablam Belis işitme engellidir normalde bu tür yerlerde sıkılır, gitmemiz için kolumuzdan çekiştirirdi. Ama o gün yüzü çok gülüyordu. Ne olduğunu bir türlü anlayamadık.”


“Eee sonra?”


“O günden sonra her gün normalin tersine dışarı çıkmak için uğraşıyordu. Normalde hafta boyu mendil dokur, cumartesi günü satmak için çıkardı. Bir kaç gün sonra evden çıktı, yanına bir kaç tane de mendil almıştı. Sanırım yine aynı iş için çıkıyor dedim, ona sormadım bile.”


Kız bir anda ağlamaya başladı, “Pekâlâ, bana bunları neden anlatıyorsun? Buraya neden geldin?”


“Ablamı küçüklüğümden beri kıskanırdım. Babam onu benden çok severdi, küçüklüğümden beri onu kendime üstün gördüm. O gece senden etkilenen bir tek o da değildi. Sonrasında sana mendil içinde mektup verdiğini öğrenince…”


“Evet, öğrenince?”


Kız kendini tutamadı ve olan biteni anlatıp koşarak kapıdan çıktı ve Zachary yıkılmış bir şekilde kanepenin üstüne otura kaldı... Ey kaari? Hikâyemiz nasıl başladı hatırladın mı?


Genç kemani balkonun bir kenarında kemanıyla vakit son kez vakit geçiriyordu. Artık ortadan bir sokak sanatçısı yok, bir giyim dükkânında çalışan bir genç vardı. O acı olay olmadan işleri yeterince kesat gidiyordu zaten. O günden sonra da genç keman çaldıkça eski anıları depreşiyordu. Bu yüzden kemanı sadece onu kayıp ettiği günün her devriyesinde çalmaya yemin etti. Her ayın yirmi ikisi...


Bozcaada'da yaşamak zordu, turistin parası çoktur diye her şey pahalıydı. Para da yoktu cepte, kira desen veremiyordu da. Hatırladın mı ey kaari? İnsan kaçmayı sever demiştik, savaşmayı değil. Zachary de her insan gibi kaçmaya çalıştı lakin Bozcaada’dan değil, bedeninden kaçacaktı. Aklında bir ilham da vardı, o Beşir Fuad'dı. Bundan birkaç yıl önce onun ölümünü gazetede okumuştu. Hiç acı çekmediğini yazmıştı orada. Evet, ölürken acı çekmediğini YAZMIŞTI. Beşir Fuad'ın yaptığının aynısı yapmak üzere daha doğrusu kaçmak üzere içeri geçti. Gömleğinin kolunu sıyırdı, şırınga ile cildinin altına klorit kokain enjekte edip buranın hissini iptal etti. Sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edecekti. Kan akmakta iken kolunu havaya kaldırıp ve şiryanı sıkıca tutarak muhafaza-i hayat mümkün mü diye denedi. En sonunda acısız bir şekilde hayatını kaybetti. Artık o da kaçmıştı. Belis’in kız kardeşi de kaçmıştı. İnsanın doğası bu demiştik ya zaten. Kötü bir gün her şeyi mahvetmek için yeterdi. Aslında sebepsiz bir ölümdü onunkisi. Tanımadığı bir kıza o lahzada âşık olmuş, onun yollarını gözlemişti. Anlaşılan aşk değil onunkisi takıntıydı. Hepimizin olduğu gibi, hayatımıza bir anda giren normalde değersiz olup bizim değer kattığımız ve kaybı bize hiçbir sorun teşkil etmeyecek bir takıntı. Olsa ne olurdu, olmasa ne olurdu?..

123 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page